ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KARARLARI IŞIĞINDA MÜLKİYET HAKKI

ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KARARLARI IŞIĞINDA MÜLKİYET HAKKI

ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KARARLARI IŞIĞINDA MÜLKİYET HAKKI

 

  1. A.    MÜLKİYET HAKKI

 

  1. 1.      Mülkiyet Hakkı ve Yasal Düzenlemeler 

 

Anayasa Mahkemesi tarafından mülkiyet hakkına ilişkin verilmiş olunan bireysel başvuru kararlarının derlemesinden hemen önce konu bütünlüğü ve önemi sebebiyle mülkiyet hakkının ele alınış biçimlerine bakılmasında fayda olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple bu başlık altında mülkiyet hakkı ve mülkiyet hakkına ilişkin yasal düzenlemelere yer verilecektir.

 

Bilinmektedir ki temel hak ve özgürlükler; pozitif hukuk düzeni tarafından tanınmış ve güvence altına alınmış, devletin koruyup geliştirmekle yükümlü olduğu insan hakları olarak tanımlanmaktadır. Mülkiyet hakkı da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (“Anayasa”) 35. Maddesi kapsamında, “Temel Hak ve Ödevler” başlığı altında, “Kişinin Hak ve Ödevleri” arasında bir temel hak olarak düzenlenmektedir

 

Anayasa'nın 35. Maddesinin birinci fıkrası kapsamında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Bir diğer anlatım ile ilgili maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Söz konusu hükmün son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır.

 

Bir diğer yandan temel hak ve özgürlükler için önem arz eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında da mülkiyet hakkı önemle vurgulanmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. Maddesi kapsamında: 

 

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. 

 

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” İfadelerine yer verilmek suretiyle mülkiyet hakkı koruma altına alınmıştır.

 

“Mülkiyet hakkı” kavramının tanımına Anayasa Mahkemesi birçok kararında da yer verilmektedir. Anayasa Mahkemesi tarafından 1966 yılında verilen bir karar kapsamında da mülkiyet hakkı; “Bir kimsenin başkasının hakkına zarar vermemek, kanunların koyduğu kayıtlamalara da uymak şartı ile bir şey üzerinde dilediği şekilde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme (Başkasına devretme, şeklini değiştirme ve istihlak etme, hatta tahrip etme) yetkilerini ifade eder” ifadelerine yer verilmek suretiyle tanımlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi 29.12.2011 Tarihli 2010/73 Esas ve 2011/176 K arar sayılı kararında mülkiyet hakkının konusu ile ilgili olarak “mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayri maddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikrî ve sınai mülkiyet hakları gayri maddi mallar kapsamında yer almaktadır.” İfadelerine yer vermiş ve devamında ise sinema eserleri üzerindeki fikrî hakların da mülkiyet hakkı kapsamında Olduğu belirtilmiştir.

Bir diğer kapsamda mülkiyet hakkının niteliği açısından Medeni Hukuk düzenlemelerinin incelenmesi gerektiği görüşündeyiz. Medeni Hukuk dalında incelenen eşya hukuku kapsamında, eşya üzerinde doğrudan hâkimiyet sağlayan ve bu sebeple herkese karşı ileri sürülebilen hakların mutlak hak, eşya üzerinde tesis edilen mutlak hakların ise ayni haklar olarak tanımlandığı bilinmektedir. Bir diğer deyim ile ayni haklar eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlayan mutlak haklardır.

 

Eşya Hukuku’na göre mülkiyet hakkının konusunun eşya olması ve mülkiyet hakkının bu eşya üzerinde mutlak hâkimiyet sağlaması sebepleri ile eşya hukuku kapsamında mülkiyet hakkı bir ayni hak olarak nitelendirilmektedir.

 

  1. 2.      Mülkiyet Hakkının Kapsamı

 

Genel olarak mülkiyet hakkı, malikine üç temel yetki verir. Bu yetkiler; kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkileridir. Mülkiyet hakkının malikine tanıdığı bu yetkilere mülkiyet hakkının olumlu yönü denilmekte ve bu yetkiler 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nda (“TMK”) da düzenlenmektedir.

 

TMK’nın “Mülkiyet hakkının içeriği” kenar başlıklı 683. maddenin birinci fıkrası: “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” şeklinde ifadeler içermektedir.

 

Malikin bu yetkilerinin yanında bir de üçüncü kişilerden eşya üzerindeki hak ve yetkilerinin ihlal edilmemesini, ihlal edenlerin durdurulmasını ve zarar oluşmuşsa bunun tazminini talep etme hakkı mevcuttur. TMK’nın 683. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında işbu talep hakkı “Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.” şeklinde düzenlemiştir.

 

Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar kapsamında görülmektedir ki genellikle mülkiyet hakkının kapsamının belirlenmesinde TMK 683. Madde düzenlemesi esas alınmaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre mülkiyet hakkı sahibine “şey” üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarruf imkânı vermektedir.

 

Önemle belirtilmelidir ki mülkiyet hakkının ilgili hükümler çerçevesinde malike tanıdığı bu yetkilerin yanı sıra bir de malike komşulara ve topluma karşı yüklenen yükümlülükler söz konusudur. Bu yükümlülükler, doktrinde katlanma, yapma ve kaçınma şeklinde üçe ayrılmaktadır. Katlanma yükümlülüğü, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere malikin tahammül etme yükümlülüğüdür. Yapma yükümlülüğü malikin bazı davranışlarda bulunma, bazı edimleri yerine getirme yükümlüğünü ifade etmektedir. Kaçınma yükümlülüğü ise malikin, hukuk düzeninin kendisine çizdiği sınırdan ayrılmadan mülkiyet hakkını kullanmasıdır.[1]

 

  1. 3.      Mülkiyet Hakkına Müdahalenin Görünüm Biçimleri

 

Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru kararlarında mülkiyet hakkının müdahaleler; yargılamada usulü güvencelere uyulmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali, mülkiyet hakkına müdahalenin kanunilik kriterini sağlamaması, mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlali, mülkiyet hakkıyla, bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlali, geçici hukuki koruma tedbirlerinin uzun sürmesi, uygulama imar planında kamu hizmetine ayırılıp kamulaştırılmayan taşınmazlara ilişkin açılan davaların incelenmeksizin reddi, imar planında kamusal alan ve hizmetlere ayrılan taşınmazların uzun süre kullanılamaması ve/veya bunlara ilişkin zararların tazmin edilmemesi, yargı kararının icra edilmemesi/geç icra edilmesi, sosyal güvenlik yardımının ödenmemesi/kesilmesi/azaltılması, idarenin ruhsatsız yapılara ilişkin işlem ve eylemlerinden doğan ihlaller, mülkiyet hakkının korunmasında yargı organlarının devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında özenli inceleme yapmaması, kamu alacaklarının tahsiline karşı açılacak davalarda haksız çıkma zammı uygulanması, kamu yararı kararı ve/veya kamulaştırma kararının iptalinin/yürürlüğünün durdurulmasının, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tesciline etki edememesi, kamulaştırmasız el atma/kamulaştırmada gerçek karşılığın ödenmemesi, kamulaştırma bedelinin eksik belirlenmesi gibi haller şeklinde görünmektedir.

 

  1. B.     ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURULARINDA MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLDİĞİNE DAİR KARAR VERİLİRKEN DİKKAT EDİLEN HUSUSLAR

 

Mülkiyet hakkı, pozitif hukuk düzeni tarafından tanınmış ve güvence altına alınmış, devletin koruyup geliştirmekle yükümlü olduğu insan haklarından bir tanesidir. Az evvel de belirtildiği üzere Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa'da yer alan diğer düzenlemelerde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

 

Anayasa Mahkemesi tarafından Bireysel Başvuru kararlarında ilk olarak usule yönelik inceleme yapılmakta ve başvuru kapsamında Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı durumlarda kabul edilemezlik kararı verilmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucunun önemli bir zarara uğradığı tespit edilmesi halinde ise “Değerlendirme Aşamasına” geçilir. Değerlendirme aşamasında ilk olarak kabul edilebilirlik yönünden değerlendirme yapılır. Şöyle ki bu aşamada başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden bulunmadığının denetimi yapılır. Ardından esas yönünden değerlendirme aşamasına geçilir. Bu aşamada mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia eden başvurucu açısından mülkiyet hakkının varlığı, söz konusu mülkiyet hakkına müdahalenin varlığı, bu müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı yasal düzenlemeler doğrultusunda değerlendirmektedir. Son olarak mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılırsa, bu zararın giderilmesi hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından giderim değerlendirmesi yapılmaktadır.

 

Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan Bireysel Başvurularda, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasının toplum ve kamu yararı sebebine hukuka uygun olarak dayandırılması, ölçülülük ilkesine uyulması, yapılan sınırlandırılmanın mülkiyet hakkının özüne müdahale etmemesi ve demokratik toplum düzenlerine uygun olması halinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğu yönünde karar verilmektedir.

 

  1. C.    ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU KARARLARI IŞIĞINDA MÜLKİYET HAKKININ İHLALİ

 

  1. 1.      Erol Tomak ve Diğerleri Başvurusu (18/04/2024 Tarihli, 2021/5443 Başvuru Numaralı Karar)

 

İlgili başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında gerçekleştirilen kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

Alacağın tahsili için uygun hukuki yollara başvurmasına rağmen yargılama sırasında gerçekleştirilen kanuni düzenleme nedeniyle hukuki mekanizmaları işletme imkânından mahrum bırakılan başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

Erol Tomak başvurusunda, atıf yapılan Turgay Kılıç başvurunda mülkiyet hakkının korunmasıyla ilgili şu ifadelere yer verilmiştir;

 

Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır

 

Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.

 

Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklarla ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır.

 

Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir

 

Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

Başvurucular yönünden mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

 

  1. 2.      Kartal Madencilik İnşaat Nakliyat ve Ticaret Ltd. Şti. Başvurusu (09/01/2024 Karar Tarihli, 2020/23443 Başvuru Numaralı Karar)

 

Söz konusu başvuru, maden işletme ruhsatına konu sahanın bir kısmının İstanbul Üçüncü Havalimanı proje alanı ile çakışması dolayısıyla sahanın kullanılamamasından doğan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, madencilik faaliyetiyle iştigal eden bir ticaret şirketidir. Başvurucu Şirket, İstanbul'un Arnavutköy ilçesi İmrahor köyü mevkiinde 10/9/2007-10/9/2017 tarihleri arasında geçerli olan 200703735 sicil No.lu IV. grup maden işletme ruhsatına sahiptir.

 

Söz konusu ruhsat sahasının bir kısmı havaalanı projesi alanı ile çakışmıştır. Ruhsat sahası, Kurulun 18/7/2013 tarihli ve 14 sayılı kararı ile kısıtlanmıştır. MİGEM tarafından başvurucu Şirkete gönderilen 22/7/2014 tarihli yazıyla, havaalanı projesinin fiziki olarak başlaması nedeniyle proje alanı ile çakışan anılan ruhsat sahasındaki tüm madencilik faaliyetlerinin durdurulması istenmiştir.

 

Olayda her ne kadar ruhsat sahasının tümü söz konusu proje alanı ile çakışmadığından ruhsat iptal edilmemiş ise de neticede ruhsat sahasının belli bir kısmının kullanılamaz hâle gelmesinin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu tartışmasızdır.

 

Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir.

 

Olayda başvurucunun ruhsata konu sahanın bir kısmının havaalanı proje sahası olarak belirlenmesi nedeniyle çakışan alanı kullanması imkânı ortadan kaldırılmıştır. Söz konusu müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

 

Başvurucunun ruhsat sahasının bir kısmını kullanamamasının sebebi aynı bölgede yapılan havaalanı sahası ile çakışmasıdır. Kurulun havaalanı projesinin yapılmasında kamu yararı olup havaalanı projesinin katkısının maden ocaklarından elde edilecek ekonomik faydadan yüksek olacağı gerekçesiyle havaalanı projesi lehine işlem yapılmasına ve on sekiz ayrı ruhsat sahasını ilgilendiren alandaki faaliyetlerin kısıtlanmasına karar verdiği gözetildiğinde söz konusu müdahalede kamu yararı olduğu görülmüştür. Kaldı ki başvurucunun müdahalede kamu yararı bulunmadığına dair bir itirazı da yoktur.

 

Somut olayda derece mahkemelerinin kararlarında, havaalanı sahasının başvurucunun sahibi bulunduğu ruhsat sahasının bir kısmıyla çakışması nedeniyle kullanamamasından kaynaklı karşılanması gereken yatırım giderinin unsurlarına ve tutarına ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığından derece mahkemeleri başvurucunun iddialarını ciddiye aldıklarını kararlarında gösterememişlerdir. Bu nedenle de başvurucunun uğradığı zararın varlığının tam olarak tespit edilerek tazmin edilip edilmediği de belirlenememiştir.

 

Buna göre idari ve yargısal sürecin bütününe bakıldığında mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin yerine getirilmediği, başvurucunun bu güvencelerden gerçek anlamda yararlandırılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucunun aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

 

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiğine karar vermiştir.

 

  1. 3.      Hasan Çini ve Mahmut Koltaş Başvurusu (18/04/2024 Karar Tarihli, 2022/58064 Başvuru Numaralı Karar)

 

İlgili başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

Kararda atıf yapılan Turgay Kılıç başvurusunda şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği yönünde karar vermiş ve karada aşağıdaki ifadelere yer vermiştir:

 

Somut olayda başvurucunun B. Holdinge yatırdığı paraların mülk teşkil ettiği hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

 

Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.

Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir.

Etkili bir giderim sağlama kapasitesi bulunan dava yoluna başvuran başvurucu lehine verilen karar yargılama sırasında yapılan kanuni değişiklik nedeniyle etkisiz bırakılmıştır. Üstelik Anayasa Mahkemesi yapılan kanun değişikliğini Anayasa’nın 5., 13. ve 35. maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Dolayısıyla teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen başvuru yolu, ilgili kanuni düzenleme nedeniyle başarı şansı sunma kapasitesini yitirmiştir. 

Sonuç olarak Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

Hasan ÇİNİ ve Mahmut KOLTAŞ Başvurusunda ise ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiğine karar vermiştir.

 

Anayasa Mahkemesine Mülkiyet Hakkının ihlal edildiğine dair, yakın tarihli; Muhterem Turan, Kenan Fiş, Aycan Erzengin ve Diğerleri, Nigar Çapraz ve Diğerleri tarafından yapılan bireysel başvurularda da, Anayasa Mahkemesi aynı yönde kararlar vermiştir.

 

  1. 4.      Zeki Soydemir Başvurusu ( 17/04/2024 Karar Tarihli, 2019/31923 Başvuru Numaralı Karar)

 

Başvuru, ihtiyati tedbirin uzun süredir devam ediyor olması ve kaldırılmaması veya şeklinin değiştirilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu yargılama devam ederken 06/09/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının incelemesinin ilgili Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

 

Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının ölçülü olabilmesi için kapsamı ve süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanması gerektiği ve tedbirin makul olmayan bir süre devam etmesinin, mülkiyet hakkının tanıdığı yetkilerin kullanılmasının belirsiz olacak şekilde ötelenmesi suretiyle mülk sahibine orantısız bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

 

Somut başvuruda ihtiyati tedbirin 15 yılı aşkın bir süredir devam ettiği anlaşıldığından anılan kararlarda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılan tedbirin uzun sürmesine ilişkin olarak tedbir sürecinde mülkiyet hakkının gerektirdiği ivediliğin ve özenin gösterilmesi bakımından yargısal makamların sorumluluğu olduğuna dikkati çekmektedir

 

Açıklanan gerekçelerle; Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

  1. 5.      Nimet Hülya Tırmandıoğlu Talu Başvurusu (17/04/2024 Karar Tarihli 2019/38355 Başvuru Numaralı Karar)

 

Başvuru, mal varlığı üzerine konulan ihtiyati tedbirin uzun süredir devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir

 

İşbu başvuruda atıf yapılan “Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. Başvurusunda” Mülkiyet Hakkının ihlaline dair aşağıdaki ifadelere yer verilmek suretiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

Başvurucular, davalı sıfatıyla yer aldıkları tasarrufun iptali davasında davacının talebi üzerine İzmir 10. Asliye Hukuk Mahkemesince İzmir'in Urla ilçesine bağlı Bademler köyünde bulunan 153 ada 2 parsel sayılı taşınmazda mevcut 2/32 arsa paylı 3 numaralı bağımsız bölümün tapu kaydına haksız ve hukuka aykırı olarak ihtiyati haciz konulduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca ihtiyati haciz kararı verilmesinden bu yana yaklaşık yedi yıl gibi bir süre geçmesi karşısında uygulanan ihtiyati haczin tedbirden çok bir cezaya dönüştüğünü ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre davacıların ihtiyati haciz konulan taşınmaz dışında alacaklarını tahsil edebilmek için yeterli teminatları mevcuttur. Dolayısıyla başvurucular, ihtiyati haciz kararı konulmasının gerekli olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, konulan ihtiyati haciz sebebiyle mülklerini kullanamadıklarını ve bu taşınmazla ilgili hiçbir tasarrufta bulunamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular sonuç olarak taşınmaza ihtiyati haciz konulması ve bu sürecin uzaması nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

 

Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır.

 

Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da ifade edildiği üzere icra edilebilir nitelikteki alacak hakları da Anayasa'nın 35. maddesine göre mülkiyet hakkının kapsamındadır. Dolayısıyla bir tarafta alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan bir alacak söz konusudur. Diğer tarafta ise alacaklının bu alacağa kavuşması için, borçlunun haczedilerek satılması öngörülen, mülkiyet hakkı kapsamındaki mal varlığı bulunmaktadır.

 

Somut olayda ise başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak uygulanan ihtiyati haczin yaklaşık on yılı aşkın bir süredir devam etmesinin mülkiyet hakkı sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır.

 

Anayasa Mahkemesi, ihtiyati haczin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda bu sebeple ihlalin, yargı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

 

Başvurucu haczin kaldırılmasını talep etmekle birlikte somut olay bakımından ihtiyati haczin uygulanması ile ilgili şikâyet yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Dolayısıyla ihtiyati haciz sürecinin makul bir sürede sonuçlanmadığı tespit edilerek mülkiyet hakkının ihlaline karar verildiği gözetildiğinde üçüncü bir kişinin de hakkını etkileyecek şekilde ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ihtiyati haczin kaldırılmasını gerektirmemektedir.”

 

  1. 6.      Mihriban Eza Başvurusu (17/04/2024 Karar Tarihli, 2019/8044 Başvuru Numaralı Karar)

 

Başvuru; mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan talebin zararın muhtemel olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

 

Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun mülküne erişemediği iddiası özü itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir. Başvurucunun mülküne ulaşamadığı için uğradığını öne sürdüğü zararın karşılanması istemiyle açtığı davanın zararın var olup olmadığına yönelik bir araştırma yapılmadan reddedilmesine yönelik şikâyetin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

 

Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

Sonuç olarak 5233 sayılı Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'la oluşturulan tazminat yolunun öngörülebilir olmayan ve bariz takdir hatası teşkil eden yorum sebebiyle somut olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirdiğini ve mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir

 

Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

  1. 7.      Şennur Çalışkan Başvurusu (20/03/2024 Karar Tarihli, 2020/27833 Başvuru Numaralı Karar)

 

Başvuru, taşınmazların imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

 

Başvuru konusu kamu ortaklık payı kesintilerinin birleştirilmesinden oluşan taşınmazların uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasına rağmen beş yılı aşkın bir süredir kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. 

 

Anayasa Mahkemesi Kararında atıf yapılan Hüseyin Ünal Başvurusunda mülkiyet hakkının ihlaline yönelik aşağıdaki ifadelere yer verilmek suretiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine yönelik karar verilmiştir:

 

Taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması, henüz bir kamulaştırma yapılmayıp fiilen de taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet hakkından yoksun bırakma sonucu doğurmamakla birlikte malikin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu kapsamda kamu hizmeti alanı olarak ayrıldığı için taşınmaz üzerinde inşaat yapılabilmesi mümkün olamadığı gibi bu durumun taşınmazın satış, bağış, ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden yapılacak işlemler ve rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazın imar durumunun kamu hizmeti alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.

 

Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir.

 

Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

 

Sonuç olarak müdahalenin temeli olan taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması idari bir işlem niteliğindedir. Başvurucunun mülkiyet hakkının idari bir işlem nedeniyle ihlal edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.

 

  1. 8.      Ayten Temeltaş Başvurusu (19/10/2022 Karar Tarihli, 2019/2192 Başvuru Numaralı Karar)

 

Başvuru, doğal sit alanı sınırları içinde kalan taşınmaza ilişkin olarak gerekli imar planlarının hazırlanmaması ve taşınmazın kullanım durumunun belirsiz bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

Uygulama imar planının yapılmasındaki bu gecikmenin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna ulaşılabilmesi için bunun taşınmazın doğal sit alanı olarak tespit edilmesinin olağan sonuçlarından farklı olarak ayrıca kullanım durumunda belirsizliğe de yol açmış olması gerekir. Doğal sit alanı olarak tespit edilen taşınmazlarda 2863 sayılı Kanun'daki düzenleyici hükümlerden kaynaklı birtakım kısıtlamaların meydana geleceği öngörülebilir niteliktedir. Bununla birlikte bu kısıtlamaların kapsamının ve özellikle taşınmazın kesin inşaat yasağına tabi olup olmadığının anlaşılabilmesi için uygulama imar planının yapılmış olması gerekir.

 

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. ve 17. maddelerinde koruma imar planlarıyla kesin inşaat yasağı getirilen sit alanlarındaki taşınmazların kamuya ait başka taşınmazlarla takas edilmesi imkânı getirilmiştir. Ne var ki maliklerin bu imkândan yararlanabilmesi için imar planlarının tamamlanmış olması zorunludur. Şu hâlde uygulama imar planının yapılmasındaki gecikme başvurucunun takas imkânından yararlanıp yararlanmayacağını belirsiz hâle getirmiştir. Taşınmazların takas imkânı kapsamında olup olmadığının uzun süre belirsiz bırakılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.

 

Taşınmazın III. derece doğal sit alanı olarak ilan edildiği hâlde kullanım şeklinin bu kadar uzun zamandır belirlenmemiş olması nedeniyle başvurucu, mülkünü ne şekilde kullanabileceğine ilişkin belirsiz bir durum içinde bırakılmış ancak başvurucunun açtığı tam yargı davası idarelerin hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun mülkiyet hakkının kamu yararı amacı çerçevesinde kısıtlandığı ancak bu kısıtlamanın ortaya çıkardığı belirsizliğin bir zarara yol açtığı da açıktır. Bu hâlde başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olduğundan yani adil dengenin sağlandığından söz edilebilmesi için meydana gelen zararın en uygun giderim vasıtasıyla ortadan kaldırılması gerekir.

 

Açıklanan gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi tarafından işbu başvuru kapsamında da Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

  1. 9.      Eyüp Ensar Ekşioğlu ve S.S. Kutlu Birlik Konut Yapı Kooperatifi Başvurusu (28/06/2022 Karar Tarihli, 2019/39522 Başvuru Numaralı Karar)

 

İlgili Başvuru, binanın yıkımına yetkisiz makam tarafından karar verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır. Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir.

 

Somut olayda başvurucuların inşa ettiği yapının ruhsata ve projeye aykırı olduğu gerekçesiyle yıktırılması yolunda işlem tesis edilmiştir. Yıkım kararının temel amacı imar mevzuatına aykırı yapıları ortadan kaldırmaktır. Bu durumda başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

 

Mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (“TBMM”) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır.

 

Başvurucular, yıkım kararı verme yetkisinin belediye encümenine ait olduğunu, somut olaydaki Belediye Encümeni kararında ise yapının sadece ruhsata ve projeye aykırı olarak yapılan eklemelerin yıkımına karar verildiği hâlde Belediye Başkanı'nın yapının tamamının yıktırılmasına izin verdiğinden yakınmıştır.

 

Somut olayda Belediye Encümeninin 20/10/1998 ve 27/10/1998 tarihli yıkım kararlarında, tüm yapının değil ruhsat ve projeye aykırı olarak bazı bloklarda yapılan büyümelerin yıkılmasına karar verdiği açıktır. Buna karşılık Belediye Başkanı'nın 1/11/2018 tarihli oluruyla yapının tamamının yıktırılması hususunda arsa maliklerine izin verilmiştir. Bu durumda Belediye Başkanı'nın 1/11/2018 tarihli işleminin Belediye Encümeninin 20/10/1998 ve 27/10/1998 tarihli yıkım kararlarının kapsamını aştığı tartışmasızdır. Dolayısıyla yapının tümü yönünden verilen yıkım kararının kanuni dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucuların inşa ettiği yapının bütünüyle yıktırılması yolunda arsa sahiplerine izin verilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

 

Açıklanan gerekçelerle, ilgili başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

 

  1. D.    SONUÇ İTİBARİYLE

 

Mülkiyet hakkının tanımı, Anayasal düzenlemeye tabi olmasının yanı sıra evrensel olarak da korunan bir hak olması göz önüne alındığında açıkça görülmektedir ki mülkiyet hakkına bir müdahale söz konusu olmadığı sürece mülkiyet hakkının önemi anlaşılmamaktadır. Mülkiyet hakkının sınırlandırılması tam da mülkiyet hakkının öneminin anlaşıldığı ve bir hak olarak somutlaştığı noktadır. Ne zaman ki mülkiyet hakkına bir müdahale meydana gelir bu durumda mülkiyet hakkının kapsamı, meşruiyeti tartışılmaya başlanılır. Mülkiyet hakkına müdahalenin meşruiyetini de mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin “sınırlandırmanın sınırları” olarak adlandırılan anayasal koşullar belirlemektedir.

 

Mülkiyet hakkının sınırlandırılması esnasında uyulması gereken anayasal düzenlemeler de temel haklara keyfi ve sınırsız bir şekilde müdahale edilmesini önlemekte ve temel hakları sınırlandırmaya yönelik müdahalelerin meşruiyet kaynağını oluşturmaktır. Bir diğer anlatım ile bu koşullar temel hak ve özgürlükler ile muhtemel müdahaleler arasındaki sınırı çizerek bir yandan müdahalelerin sınırını belirlediği gibi diğer bir yandan da temel hak ve özgürlükler sınırını belirlemektedir.

 

Ne yazık ki yazı kapsamında da ele alındığı üzere son dönemde yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararlarının birçoğu dahi mülkiyet hakkının ihlaline ilişkindir. Bu kapsamda her ne kadar anayasal düzenlemeye tabi olsa da mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin sayısız ve çeşitli konularda ihlal örnekleri mevcut olup bu yönde ihlallerle karşı karşıya kalınması halinde yasal yollara başvuru mümkün olup yasal yollara başvuru esnasında hukuki destek alınması önem arz etmektedir.

 



[1] Anayasa Mahkemesi Kararlarında Mülkiyet Hakkı, Arş. Gör. Kürşat AKÇA, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayı Cilt:1 Yıl 2015

[2] Mülkiyet Hakkı Ve Anayasa Mahkemesinin Mülkiyet Hakkına Bakışı, Bahadırhan Tabak, Ağustos 2016